PERDE VE ARKASINDA 2. BÖLÜM
2. bölüm: dokunmadan dans
1 Nisan 2007
“Baba dur özür dilerim,
açıklayabilirim” diye ağlıyordu kız çaresizce
“Kim lan o çocuk!”
“Baba valla arkadaşım düşündüğün
gibi değil” diye inandırmaya çalışsa da nafileydi…
Ezgi’nin doğum günüydü tam tamına
dokuz yaşına girecekti ve bu küçük Ezgi için büyük bir yaştı. Doğum gününde
morlukların olmasını istemiyordu bu nedenle iki hafta öncesinden kremlerini
gizlice sürmüş, hazırlık yapmıştı. Buğday tenli olduğu için ufacık bir kızarık
bile hemen gözüküyordu cildinde. Ege, Ezgi’ye en sevdiği çikolatalı kek almış
ve ufak bir dalı şekillendirip dokuz rakamını keke sabitlemişti. Ezgi'nin Babası Kıdemli
albaydı ve on beş günde bir nöbet tutardı, bugün nöbeti olduğunu hesaplamış
daha doğrusu tahmin etmişti. Ege ile
rahatça oyun oynayacağını düşünmüştü ancak işler düşündüğü gibi gitmemişti.
Tahmini tutmamış babasının son model arabasını görmüştü. Bu arabayı biliyordu
çünkü o araba için aylarca dilencilik yapmıştı…
“Ege” dedi Ezgi telaşla arabayı
görür görmez
“Efendim ışığım?”
Işığım
Ezgi’nin kolunda olan morluklar,
dizinde olan kızarıklıklar ve sayısızca morun tonları vücudundaydı neredeyse
her renk vardı. Ezgi morluklarını sevmezken, Ezgi’nin içi bu denli karanlıktan
onun izleri ona ona ışık oluyordu.
“Bana ışığım deme benim bir ismim
var”
“tamam, ışığım anladım, bir
ismin var”
“Ege şu an seninle uğraşamam babam
geldi” Ege şaşırmıştı çünkü böyle bir haber beklemiyordu sakince ne yapabilirim
diye düşünüyordu sadece.
Ancak artık çok geçti.
Ezgi’nin babası, lüks arabasından
inmiş ve Ezgi’ye doğru yürüyordu
“Ne yapıyorsun lan sen”
Ezginin elleri titremeye
başlamıştı.
“B-baba”
“Sus! Baban falan değilim senin”
Bir tokat.
“Ama baba…”
Bir tokat daha
Babasından yediği tokatlara artık
alışmış gibiydi eskisi kadar yanağı acımıyordu. Acıya alışmak iyi bir şey
değildi, hiç iyi de olmayacaktı ancak o Ezgiydi. Herkese göre adının anlamı;
kulakta
hoş bir tını uyandıran ses dizisiydi ancak onun için adının anlamı “güçlü
durmaya çalışan” olacaktı. Yediği sözlü ve fiziki şiddete rağmen… Yediği dayaktan
sonra eve alınmayan Ezgi dışarıda alışkın olduğu esintiye ve kara bakıyordu.
Dışarıda hava bu kadar soğukken eve alınmadığı için, dışarıda kafa dinliyordu. Siyah saçlarını
tepeden atkuyruğu yapmış, öylece bakıyordu sokağa
“Ezgi iyi misin?” akşamın bu
soğuğunda tabii ki yanında Ege vardı
Sessizlik.
Bak şimdi ben sana sihir yapacağım, iyileştireceğim yaralarını…
“Dokunma yaralarıma! Senin sihrine inanmıyorum!”
Ege sadece Ezgi’yi izledi, şu an atak geçiriyordu ve Ege bunun
farkındaydı.
Yaklaşık beş dakika boyunca kendinden nefret ettiğini, ölmek istediğini
ağlayarak dile getirdi. Kolları, dizleri ve vücudu titrerken nihayet Ezgi bir
cümle kurdu. “Ege benim kimsem yok”
Ege ise sanki kendisi yokmuş gibi sadece Ezgi’yi izliyordu.
“Ege benim ne Annem, ne de Babam var. Kimsesizim ben”
Ege bu cümlenin ağırlığı düşündü. Cevap vermeliydi sessiz kalmamalıydı
cesaret etti ve konuşmaya başladı
“geçti mi, canının acısı yani…”
“çok acıyor Ege ama dayak yediğim yerler değil, kalbim; Kalbim çok
acıyor.”
“izin ver iyileştireyim seni”
Ege’nin bu cümlesini Ezgi beklediğinden de fazla düşündü.
“tamam, iyileştir ama sakın bana dokunma”
Ege bir an afalladı. Ezgi ilk defa “bana dokunma” demişti ve bu
imkânsızdı çünkü Ezgi hep Ege’ye sarılıyordu hatta bazen düşmemek için koluna
bile girdiği olmuştu.
“tamam, tamam sana dokunmayacağım tek istediğim gözlerini kapatman” tabii
ki mecburi olarak temas edecekti. Ezgi’nin dayak yediği yerlere merhem
sürecekti ancak o an Ezgiye ilk yalanını “dokunmayacağım” diyerek söylemişti.
Ve ne yazık ki ezgi inanmıştı.
“tamam, kapatacağım gözlerimi” dedi ve Koyu kahve gözlerini kapatmıştı.
Ege ise Ezgi’yi iyileştirme adlı planının ilk adımını bitirmiş ikinci
adımına başlıyordu.
“bak yanımda sihirli bir uğurböceği var o senin kollarında gezecek ve
yaralarını iyileştirecek” ezgi uğurböceklerine bayılırdı ve Ege onun iyiliği
için zaafını kullanmıştı.
“üç, iki, bir ve puf!” sihir efekti yapmıştı kendince, Ezgi’ye sadece bu
sihir efekti ile dokunabiliyordu ama Ezgi bunu bilmiyordu Ezgi uğurböceği konuyor
diye biliyordu. Ege, Ezgi her yaralandığında ve ona sarılmak istediğinde bu
sözü söylüyordu…
“Üç, iki, bir ve puf!”
Déjà vu hissini hiç bu kadar
hissetmemiştim. Bu oydu çocukluğumu kurtaran adam, Ege tekrar beni yıllar sonra
bulmuştu
Neyse Ezgi profesyonel planımıza
devam ediyoruz.
Pardon, yanlış kişiye yazmış olabilir misiniz?
İşte bu be! Nesin kızım sen oyuncu
falan mı? Gerçi evet, oyuncuydum ama şu an konumuz bu değildi.
EGE: Evet Ezgi, yanlış kişiye
yazdım çocukluk arkadaşımı tanımayacak kadar enayiyim çünkü.
“Evet, arkadaşlar an itibariyle
mükemmel planımızın sonuna geldik. Başka planlara kadar bayss” demek istesem de
maalesef diyemedim. Onun yerine ikinci plana geçiş yaptım;
İkinci dâhice planımız “ fark etmek” planına
hoş geldiniz! Yine basit bir planım var “aaa sen o Ege miydin?” diyerek
bilmiyormuş gibi davranacaktım.
Bu planlarla fazla yaşayamazdım ama
neyse.
Tamam, şakanın sırası değil, evet benim Ezgi
İkinci plan bana da saçma geldiği
için en iyisi kendim olmayı tercih ettim.
EGE: hiç değişmemişsin biliyorsun
değil mi Ezgi
Evet,
biliyorum ama bakıyorum ki bazıları artık eskisi kadar sabırlı değil
EGE: tıp fakültesi beni yordu bu
gün sınavımız vardı, üzgünüm sana patladım biraz
Ben senin tıp okuduğuna inanmıyorum Ege, biyografinde Hacettepe yazıyor
ama hemen üstünde de İstanbul. Hacettepe Ankara da biliyorsun değil mi?
EGE: Ezgi ben Ankara da yaşıyorum, İstanbul’u
biyografime koyma sebebim farklı
Ne demişti o az önce İstanbul’u
koymasının bir sebebi mi vardı? Ya bu sebep sevgilisiyse? Ben kafamda kurarken
Ege’nin bir mesaj daha attığını gördüm.
EGE: Merak etme uzak mesafe
ilişkisi yapmıyorum :)
O
zaman neden İstanbul yazıyor biyografinde
EGE: Çünkü sen İstanbul da
yaşıyorsun ve benim ruhum İstanbul da seninle birlikte
Hayatımda ilk defa iltifat
almıyordum ancak onun iltifatı kadar hiçbir iltifat beni sevindirmemişti.
Mesaja bakıp sırıtırken mutluluğum iki saniye sürmüştü çünkü Ender Bey
arıyordu. Ben ödül töreninden sonra kovacağını düşünmüştüm ama aradığına göre
başka bir iş vardı
“Alo?” dedim soru sorarcasına
“Ezgi acil sete geliyorsun, Yeşim
sana törende söylemiş dinlememişsin herhalde?”
“Ben bana sorulmadan yapılan
teklifleri kabul etmiyorum, bilginize” dedim hakkımı savunarak
“başlatma hakkına Ezgi! Bu işi para için yapıyorsun sen” dediğinde
şaşırmıştım. Ne yalan söyleyeyim baya iyi parası vardı bu işin. “Ben paramı
hakkımla ve yeteneğimle kazanıyorum Ender Bey öncelikle, ikinci olarak ise eğer
para için yapsaydım; bir sahnede üç öpüşme olan ve toplam senaryoda tam tamına
iki yüz elli sekiz defa öpüşme olan o iğrenç senaryoyu kabul ederdim değil mi?
Bildiğiniz üzere en çok parayı onlar veriyordu.” Söylediğim şeylerden dolayı bu
sefer susan Ender Beydi.
“Tamam, soruyu değiştiriyorum; tam
senin tarzın olan bir proje var gelmek ister misin?” dedi bu sefer
“bilmem? Sete gelince bakarım”
dedim Ender denen yönetmenin sinirini bozmak için.
Derin bir nefes aldığını duydum,
daha çok keyfim yerine gelmişti.
“valla hocam size de hiç şaka
yapılmıyor, geliyorum on dakikaya” dedim gülerek o ise gayet ciddiydi.
“umarım bu da şaka değildir Ezgi
Hanım.”
“estağfurullah hocam, olur mu öyle
şey” dedim ama ben gülüyordum. Ender bey içinden kesinlikle bana bela okuyordu
neyse ki her şey tatlıya bağlanmıştı çünkü ciddi bir şekilde geleceğimi
söylemiştim.
Özel şoförüm ile ilk okuma adında
yapılan ufak çaplı senaryo çalışma ardından kaynaşma amaçlı yapılan ufak çaplı
partimsi bir kutlama olacaktı oraya gidiyorduk. Maalesef yönetmenim haklıydı bu
işin para kısmı o kadar gözümü karatmıştı ki partnerimin kim olduğunu birkaç
saniyeliğine unutmuştum. Çok sevgili (!)
partnerim Burak Dinçel Esir’di. Neyse ki sadece bir defa el ele tutuşacaktık
ondan sonra çok fazla temas gerektirmeyecekti. Anlaşma bir kitabın filme
çevrilmesiydi. Hem kitabın yazarı, hem okurlar tarafından çok sevilmiştik. Yazar
Eda Hanım ise bana sürekli “Ezgi hanım, gerçekten sanki size bakarak yazmışım
bu karakteri” diyerek karakterin bana benzediğini söylüyordu. Eda hanım ise
koyu kahverengi saçlarını tepeden topuz yapmış, siyah bir elbiseyle
gelmişti. “şimdi film hesabı için poz
istiyoruz” dedi sosyal medyada görevli olan, adını bile bilmediğim adam. Burak, ben ve Eda’yı ayağa kaldırıp film
olacak kitaba yapılan afişin önüne poz vermemiz için yol açmışlardı. “Yazar
hanım zaten kısa onu ortanıza alın” diye söylendi fotoğrafı çekecek adam. “Eda
hanım ise ortamıza gelmiş; mutluca bir bana, bir Burak’a bakıyordu. Fotoğrafı
çekindikten sonra birkaç evrak ve son okumayı gerçekleştirmiştik ve bu
düşündüğümden de eğlenceli geçmişti. Sosyal medya için birkaç içerik çekerek
günümü tamamlamıştım. İçerik için Burak’a katlanmak çok zordu ama ben her şeyin
üstünden gelmeyi başarmıştım.
“Evet, arkadaşlar son kontroller!
Herkes yerlerine; Ezgi, Burak! Nerelerdesiniz” diye bağıran Ender Bey’in sesi
çekilmez olsa da işimi seviyordum.
Hayır, işi değil parayı seviyorsun
Ezgi
“3! 2! 1! Oyun!”
İşte şimdi sahnenin içinden
geçeceğim diyordu iç sesim ve haklıydı şimdi sıra bendeydi.
“Ne olur onu bırakın, ben onsuz
yaşayamam” diye yakınıyordu oynadığım karakter Pınar
Bu karakter çaresizdi, ağlıyordu ve berk adında
bir katile fena şekilde âşıktı, bu sahnede de Berk tutuklanıyordu.
Vay haline Pınar’ım…
Polisi oynayan figüran beni iki
kolumdan tuttu ve Burak’tan -yani Berk’ten- beni uzaklaştırıyordu.
Polisi oynayan kişiye var gücümle
bağırdım “Bana dokunma”
Rol yaptığımı sanıyorlardı…
Polisi oynayan figüran gerçekten
korkmuş olacak ki koşarak sahneden ayrıldı.
“Beni bırakma Berk, dokunmadan
sevdim ben seni” ne yazık ki Pınar karakteri ve Berk karakterleri yazılan
kitapta çok az -neredeyse hiç- buluşamıyorlardı daha çok internet üzerinden
konuşan ve hayatlarını internete bağlamış bir katil ve onu tutuklayan bir
polisi ele alan bir kurguydu. İlk senaryoyu okuduğumda saçma gelmişti ama
sonradan bağ kurmalarının nedeninin öğrenmiştim. Geçmişte iki karakterde
yalnızdı ve yetimhanede tanışmışlardı. Birbirlerinin çocukluğuydu.
“son dans tıpkı tanıştığım ve şu
anda olduğu gibi; dokunmadan dans güzelim?”
Burak bu rolü nasıl bu kadar güzel
oynuyordu! Gözleri gerçekten âşıkmış gibi bakıyordu.
Elleri arkadan kelepçeli olan Burak
yanıma gelmişti. Ve eş zamanlı olarak temas etmeden dans ediyorduk. Ben bir
elimi onun omuzuna mesafeli bir şekilde yaklaştırmıştım, diğer elim ise yine
temas etmeden beline yaklaşmıştı. Burak‘ın oynadığı karakter kelepçelerden
dolayı sadece vücudu ile dansa ayak uyduruyordu. Bu sefer polisler ile diyalog
kuracak kişi oydu. “Ellerimi aç” demişti oynadığı karakter olan Berk. Senaryoda
yazmamasına rağmen, okurlara ufak bir sürpriz yapmak için kendim ufak bir
doğaçlama yaptım. “Abi tanıyorsun beni, ben senin meslektaşınım bir kere aç şu
kelepçeleri lütfen”
Senaryoda Burak’ın “ellerimi aç”
dediği yerde polisi oynayan kişi ellerini açıyordu ancak ben sette sürprizi ona
anlattığım için şimdi açacaktı. Kelepçeler açıldığı gibi Burak’ın elleri benim
ellerimin aynı pozisyonu almıştı.
“Dokunmadan dans güzelim” demişti
senaryodaki gibi ve biz dans ederken kitapta bölüm müziği denen şarkı çalmaya
başlamıştı.
Olmazlara inat elimi tut
Bak bize zaman ilaç
Dünü unutup da bir oluruz yarına
Ya bu yalana kim inanacak
“Seni çok seviyorum” diye fısıldamıştım senaryo
gereği.
“bir katili seviyorsun yani?” demişti Burak’ın
oynadığı karakter; berk
“hem de her zerresini” diye yanıtlamıştım tutkulu
bir şekilde.
Ender Bey sonunda Kestik! Diye bağırdığında Pınar
rolünü oynamayı bırakmış, gerçek ben olmuştum.
Bu adam sonunda hayırlı bir şey söylüyordu!
“Sonunda” diyerek iç çektim ve bir çırpıda polis
yeleğini üzerimden çıkardım.
Forma zaten yeterdi birde yelek ne demek stilist hanım demek
istesem de kitapta böyle geçiyordu. Ender bey her zamanki gibi “tebrikler arkadaşlar
herkes çok iyi iş çıkardı” diye söylerken Burak yanıma geldi
“Tam Pınar rolü için doğmuşsun” dediğinde yavaşça ondan
uzaklaşamaya başladım.
“Biliyorum, bunu en az yüz defa duydum; yine de teşekkür
ederim” diye seslendim giderken. Arkamdan Burak’ın sesini duydum.
“Nereye Ezgi Hanım. Daha fotoğraf çekimi var”
Ona doğru döndüm.
“Ne demek çekim var?” bu sorum Burak’ı güldürmüştü.
“bas baya Ezgi tanıştırayım; kamera, set, ışık…” diye
seslenen Burak beni de hafif güldürmüştü. Sanırım çocuk düşündüğüm kadar egoist
değildi. Burak ile tam tekrar setin kurulduğu alana gidecekken arkamdan bir ses
duydum. Bu ses benim çocukluğumu düzelten o sesti
Yorumlar
Yorum Gönder