ÖLÜM SAATİ - GİRİŞ

 GİRİŞ

Bu ülkenin saatleri hep geri sayar; burada doğan herkes, zamanı tükenmiş biri olarak başlar hayata.

Kimsesiz, çaresiz ve hor görülen bir ülkede yaşamak elbette bizim elimizde değildi, ancak bu durum kardeşimi elimden alamazdı, almamalıydı. Ülkemiz Velvaria yeni savaştan çıkmıştı ve bu savaşta iyi gitmemişti. Düşman ülkeler her yeri bombalamış, Velvarialı kişilerin çoğu ya şehit olup vatanları için can vermiş, ya da kimliklerini değiştirerek başka ülkelere göç etmişlerdi. Şehrimiz Varneth’te ise insan sayısı neredeyse üç yüz kişiden azdı.


“Abla, doktor ne zaman gelecek?” Konuşan Zarek’di. Zenginler için kolay tedavi edilen bir hastalıktı ancak bizim gibi kişiler için tedavisi neredeyse imkânsız olan Sinoviris X hastalığı.

Zarek’in sarı gözleri, benim uzun şarap kızılı saçlarımla buluştu.

Göz halkaları solmuştu, lacivert rengi halkaları rengini kaybediyordu.

Bu hiç iyi bir haber değildi.

Velvaria’da doğanların göz rengi ne olursa olsun göz halkaları lacivert şekilde olurdu; göz halkalarının sönmesi, ölümün çok yakında olduğunun habercisiydi.


İçeriye gelen sarışın doktor İris Hanım, Varneth’te kalan tek doktordu ve bugün gelmişti. Velvaria’ya çok düşkündü. Tayvan’dan bile teklif almış, ancak Velvaria’da kalmak için reddetmişti.

“Bakalım Zarek bey bugün nasılmış.” Neşeli sesiyle insanlara umut veriyordu, hem de savaşı kaybetmiş bir ülkede. Ben cevap vermeden Zarek konuşmaya başladı:

“Yorgunum, Doktor Hanım.”

Doktor ilk önce solmuş gözlerine baktı.

“İyileşeceksin, Zarek.” Dedim, omzuna hafifçe dokunarak destek verdim.

“Esvya Hanım, dışarıda konuşabilir miyiz?” İris Hanım’ın sözü ile Zarek’e el sallayıp evin bahçesinden dışarı çıktık.


“Sinoviris X son evreye gelmiş. Ameliyat için iki yüz elli bin dolarlık maliyeti var, Esvya Hanım.”

Şaşkınlığımı koruyamadım, bu çok yüksek miktarda paraydı.

Hatta çok, çok yüksek.

“Bu ameliyatın ne zamana kadar zamanı var, yani parayı ne zaman getirmek gerekiyor?”

İris Hanım gülümsedi.

“Bu hafta içinde ameliyat olmazsa tüm organları iflas edecek, parayı bulman zor olacak. Ancak benim görevim refakatçilere dürüst olmak.”

Dolan gözlerimi gizleyerek İris Hanım’a teşekkür ettim ve onu evden uğurladım.

Telefonumda çaresizce banka hesabımda duran beş yüz dolara baktım. Bu sefer gerçekten çıkmaza gelmiştim; ne yapacağını bilmeyen, annesi babasını kaza sonucu kaybetmiş çaresiz abla ve git gide iyileşmesi zorlaşan bir hastalığa yakalanan kardeşimle baş başa kalmıştım. Zarek’in ölmemesi lazımdı çünkü o Kuzgun soyumuzu yaşatacak son kişiydi.


Kuzgun soyu biterse sihirimiz kaybolurdu.

Sihirimiz.

Ülkemizde doğanların göz halkaları bizim sihirimizdi ve bu sihir herkese verilmezdi. Küçük yaşta olağanüstü bir başarısı olanlara “Yüce” adını verdiğimiz kişi bize bağışlar; yirmi yaşında ise kullanmaya başlanırdı.


Sistem buydu, biz ise kurbanlarıydık.


Kullanmak istersen sihirlerini, vereceksin elindeki en sevdiğini.


Sihirlilere öğretilen ilk cümle buydu. Onlar yaptıkları iyiliğin karşılıkları kadar güçleri olurdu. Onlar hep bizden üstteydi. Kardeşim ise son sihirli erkekti. O Yüce’yi kurtarmıştı. Ancak her şeyin bedeli olduğu gibi bu sistemin de bedeli vardır. Kardeşim Zarek’in gücü, onun tutkulu olduğu tek şeydi: müzik.

Zarek’in gücü, müziğe olan tutkusunun birleşmiş haliydi.

Onun bir şarkı söylemesi kaderi değiştirir çünkü o müziği ile insanları kontrol altına alabiliyordu.

“Zarek, Sezen Aksu - Şahane Bir Şey Yaşamak şarkısını söyle, gücünü kullanmak zorundasın.”

Zarek anlamaz gözlerle bana baktı.

“Bunu yaparsam ödeyeceğim bedel olacağını biliyorsun değil mi?”

Derin bir nefes aldım.

“Bu bedel senin yaşamandan daha önemli mi?”

Sustu ve o güzel sesiyle şarkıyı söylemeye başladı:

“Acısıyla tatlısıyla

Ne şahane bir şey yaşamak.”

Tam devamını söyleyecekken onu durdurmaya çalıştım çünkü eğer devamı yaşanırsa pek de mutlu olamazdık.

“Neden durdurdun abla?” İki cümle söylemesine rağmen soluk soluğa kalmıştı.

Onun bedeli, her şarkı söylediğinde nefesinin de bedel olarak bağışlanmasıydı.

“İyi misin Zarek?”

Öksürerek cevap verdi: “İyiyim abla.”

Şarkıda güzel bir şeyin yaşanması geçiyordu ve umarım o güzel şey kardeşimi iyileştirmek olacaktı, olmalıydı.

“Bak, çok şarkı söyleme, bu senin nefesini alıyor.”

“Müzik, damarlarımdan akan hayatın kendisi; ondan vazgeçmem zaten benim ölümüm bu olur, müzikten vazgeçmek.”

“Müziği bu kadar sevdiğini bilmiyordum.”

Zarek buruk bir gülümseme ile konuşmaya başladı:

“Sen benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun abla.”

Haklıydı, annem ve babam ölmeden önce biz sürekli kavga eder, anlaşamazdık. Zarek Yüce’yi kurtardığı için böbürlenir, asla gücümün olmayacağından bahseder dururdu; sonra ise o büyük kaza yaşandı.

Annem ve babamı hayattan koparan kaza. Zarek gücünü ilk defa o gün kullanmıştı.


“Ölürse annem, babam,

Ben o zaman yaşayamam.”


Gücünü bilmeyerek bu sözleri mırıldanmıştı ve ailem denizde boğulmuştu. Bir karış su ailemi benden almıştı.

Dolan gözlerimi kapadım, biraz daha kendimi, kendime emanet ettim.

“Galiba gücün hastayken bir işe yaramıyor.”

Zarek gözlerini devirdi.

“Müzik, hissedilerek söylenen bir şey abla.”

Gülümsedim; onun babam gibi olan altın sarısı saçlarına baktım.

Babama çok benziyordu.

“Saat kaç abla?” Zarek’in sorusu ile telefonuma baktım.

Ancak bir bildirim dikkatimi dağıttı:


“Zamanı geldi.


Hayatın boyunca bastırdığın sorular, görmezden geldiğin gerçekler ve seçmek zorunda kaldığın yollar… Hepsi bu anı hazırladı.


Seni, insanlıkla pazarlık masasına oturmaya, kendi sonunla göz göze gelmeye ve tüm sistemin çözülmeye yüz tuttuğu bu denklemde anahtar kişi olmaya davet ediyoruz.


Lokasyon: Varneth belediye binası konferans salonu

Zaman: Geri sayım başladığında öğrenilecek

Amaç: Hayatta kalmak ya da geleceği değiştirmek


“Ölüm Saati”, seni sadece bir karakter değil, bir kaderin kırılma noktası olarak seçti. Kabul etmek ya da kaçmak senin elinde. Ancak unutma: Saat geri sayarken, karar vermemek de bir karardır.


Eğer hazırsan, geri dön. Kapılar seninle açılacak.


Göz göze gelmeye cesaretin varsa, seni bekliyoruz.


Ölüm Saati Proje Ekibi

Kod: 20:40

Kaelen VELKAR

Ölüm Saati Proje Yapımcısı.”


Gelen mail beni projeye çağırıyordu; bu hayatımın dönüm noktası olabilirdi! Parayı bulabilirdim!

Kekeleyerek cevapladım: “Saat 20:40.”

Zarek’in yanındaki televizyona istemsizce gözüm takılmıştı.

“10 Ağustos için geri sayım başladı! Ülkemizin kuruluş yıldönümü. Bu yıl acı bir şekilde anmaya devam ediyoruz!”

Zaman 10 Ağustos’tu, saati şimdiydi.

“Zarek, gitmem lazım.”

Apar topar çantamı aramaya başladığımda Zarek’in sesi beni durdurdu:

“Abla gitme, sensiz tek başıma kalamam.”

Ona gülümsedim.

“Söz veriyorum, iki saate geleceğim.”

Ardından binaya doğru yol almaya başladım.

Bu mail hayatımı değiştirecekti, bu proje bana hayat verecekti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PERDE VE ARKASINDA 1. BÖLÜM: GEÇMİŞİN İZİ

PERDE VE ARKASINDA 2. BÖLÜM

PARMAKLIKLARIN ARASINDA1.BÖLÜM KUŞLAR